|
Volume : 39 Issue : 3 Year : 2024
|
|
Medeniyet Med J: 22 (2)Volume: 22 Issue: 2 - 2007 |
|
Hide Abstracts | << Back | CLINICAL RESEARCH |
1. | Midazolam and propofol in preventing nausea and vomiting Sündüz Güler, E. Nursen Koltka, Sinem Gülme, Naime Turan, Betül Şen, Melek Çeli&775;k Pages 49 - 52
Desfluran anestezisi uygulanan açık kolesistektomi operasyonlarından sonra bulantı ve kusmanın önlenmesinde midazolam ve propofolün etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Elektif kolesistektomi operasyonu planlanmış, ASA I-II, 20-70 yaş arası 120 hasta çalışmaya alındı. Monitörizasyonu takiben anestezi indüksiyonu fentanil 1mcg/kg, tiyopental 5 mg/kg ve vekuronyum bromid 0.1 mg/kg ile, anestezi idamesi % 2-8 konsantrasyonda desfluran ve % 50 N2O/O2 ile sağlandı. Operasyonun bitiminde hastalar rastgele 3 gruba ayrıldı. İlk cilt sütürüne başlandığında, Grup P'deki hastalara propofol 0.5 mg/kg, Grup M'deki hastalara midazolam 0.05 mg/kg ve Grup K'daki hastalara % 0.9 NaCl 5 ml iv. olarak uygulandı. Postoperatif 1., 10., 20., 30., 40., 50., 60. dakikalarda ve 1.,2., 4., 8., 12., 24. saatlerde bulantı skoru, sedasyon skoru, KAH, OAB ve SpO2 değerleri kaydedildi. Grup içi başlangıç değerlerine göre ve gruplar arasında OAB, KAH ve SpO2 değerleri açısından fark yoktu. Grup K'nın başlangıç, 10., 20., ve 30. dk. bulantı skoru ortalaması Grup P ve Grup M'den istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). 40. dk.'dan itibaren gruplar arasında bulantı skorlamalarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Grup P ve Grup M'nin bulantı skoru ortalamaları arasında farklılık bulunmadı. Grup M'nin başlangıç, 10., 20. ve 30. dk. sedasyon skoru ortalaması Grup P ve Grup K'ya göre; Grup P'nin başlangıç, 10. ve 20. dk. sedasyon skoru ortalaması Grup K'ya göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0.01, p<0.05). Midazolam ve propofol, desfluran anestezisi uygulanan açık kolesistektomi operasyonlarından sonra sık görülen bulantı-kusmayı önlemiştir, ancak bu ilaçların sedasyon etkisi göz ardı edilmemelidir. It was aimed to compare the effects of midazolam and propofol in preventing nausea and vomiting in the patients undergoing open cholecystectomy with desflurane anesthesia. 120 patients aged 20-70 years with ASA physical status I-II scheduled for elective cholecystectomy were included. After standard monitorisation anesthesia induction was done with fentanyl 1 mcg/kg, thiopental 5 mg/kg and vecuronium 0.1 mg/kg. Anesthesia was maintained with 2-8 % desflurane in 50 % N2O-50 % O2. At the end of the operation the patients were divided randomly into three groups. When the skin closure was started patients in group P were given propofol 0.5 mg/kg, patients in group M were given midazolam 0.05 mg/kg and group K were given 5 ml isotonic saline intravenously. Vomiting and sedation scores, heart rate (HR), mean arterial pressure (MAP) and SpO2 values were recorded at postoperative 1st, 10th, 20th, 30th, 40th, 50th, 60th minutes and 1st, 2nd, 4th, 8th, 12th, 24th hours. There was no differences between the groups with regard of HR, MAP and SpO2 values through out the study period. The mean vomiting scores of the patients in group K were statistically higher than the patients in group P and group M at the beginning, 10th, 20th and 30th minutes (p<0.05). After 40th minutes there was no difference in the vomiting scores between the groups. There was no statistically significant difference between the vomiting scores of group P and group M at any time. Sedation scores of the patients in group M were statistically higher than the patients in group P and group K at the beginning, 10th, 20th and 30th minutes, sedation scores of the patients in group P were statistically higher than the patients in group K at the beginning, 10th and 20th minutes, (p<0.01, p<0.05). Midazolam and propofol were both effective in preventing nausea and vomiting in the patients undergoing open cholecystectomy with desflurane anesthesia. However their sedative effects must be taken into account. |
|
2. | Evaluation of serum zinc levels in iron deficiency anemia Yasin Şahin, Derya Aydın Şahin Pages 53 - 57
Çalışmanın amacı, demir eksikliği olan çocuklarda çinko eksikliğinin prevalansını saptamaktır. Bu çalışmada demir eksikliği anemisi tanısı konmuş, yaşları 1-12 yıl arasında değişen 49'u erkek, 20'si kız toplam 69 çocuk ile yaşları 1-12 yıl arasında değişen 16 erkek, 8 kız toplam 24 sağlıklı çocuk çinko eksikliği açısından incelendi. Tüm çocukların iştah durumları, anne sütü, inek sütü, çay, kırmızı et ve balık tüketimleri sorgulandı. Demir eksikliği anemisi olan grupta serum çinko düzeylerini, kontrol grubunun ortalama serum çinko düzeyinden anlamlı bir şekilde düşük bulduk (p<0.05). Bununla birlikte, hasta grubunda serum çinko düzeyi düşüklüğünün prevalansı da oldukça yüksekti (% 49.2). Bu durum, çinko eksikliğini tanımlayacak duyarlı ve basit tanı testleri rutine girene kadar çocukluk çağı gibi yüksek risk grubunda erken dönem destek programları düşünülmesi gereğini ortaya koymaktadır. The aim of this study is to detect the prevalence of zinc deficiency in children with iron deficiency anemia. In this study, sixty-nine children with iron deficiency anemia ages between 1-12 years (49 male, 20 female) and 24 healthy children, ages between 1-12 years (16 male, 8 female) were examined to investigate zinc deficiency. All children were investigated about level of their appetite, ingestion of cow's milk, tea, meat, fish and breast feeding. We detected statistically significant lower level of zinc in the group of iron deficiency anemia compared with the control (p<0.05). The prevalence of zinc deficiency was also significantly higher in iron deficiency group (49.2 %). This situation suggests the necessity of developing supplementation programs for high risk groups like childhood until more sensitive and simple laboratory tests to detect zinc deficiency are available in routine clinical use. |
|
3. | Operating room disinfection with ultraviolet: Sarıkamış Military Hospital experience Volkan Hancı, Sevgi Yılmaz Hancı, Esma Yeniz Pages 58 - 63
Operasyon odaları ve yoğun bakım üniteleri gibi hastane bölümlerinde, oda hava kalitesi, hastane infeksiyonlarının önlenmesinde ve hastalar ile hastane çalışanlarının ortam havasını kirleten çeşitli kimyasal ve mikrobiyolojik ajanlardan korunmasında önemlidir. Cerrahi girişim yeri infeksiyonunun önlenmesinde de operasyon odalarının hava dezenfeksiyonu önem taşımaktadır. Ameliyat odalarında koridorlara ve diğer komşu alanlara göre pozitif basınç sağlanması, ameliyathanelerdeki havalandırma sistemlerinde iki ayrı filtre sisteminin bulunması, havanın yüksek etkinliğe sahip bir filtre olan High Efficiency Particulate Air filter (HEPA)'den geçirilmesi, laminar hava akımı sağlanması oda hava kalitesi içinde yer alan önlemlerdir. Sarıkamış Asker Hastanesi ameliyathanelerinde pozitif basınç uygulaması ya da filtreli bir havalandırma düzeneği bulunmamakta, oda havası dezenfeksiyonu UV lambalarla ve diğer dezenfeksiyon yöntemleri ile sağlanmaktadır. Çalışmamızda Sarıkamış Asker Hastanesi ameliyathanelerinde kullanılan ultraviole ışınlarının, ameliyathane havasında yer alan mikroorganizmalar üzerine etkinliğinin üç farklı yöntem ile araştırılmıştır. Ameliyathanemizde UV ışınlarının oda havası dezenfeksiyonda etkin olduğu, 3 değişik yöntemle belirlenen etkinliklerde farklılık olmadığı ve etkinliğinin daha önceki çalışmalara benzer olduğu, ancak düşük penetrasyon gücü nedeniyle etkinliğinin çok sınırlı olduğu gözlenmiştir. Ameliyathanelerde kullanılan UV ışınlarının etkinliği bu gibi yöntemlerle periyodik olarak belirlenmelidir. Ancak, ameliyathane havası dezenfeksiyonunda, laminar akım ve HEPA filtreli klimatizasyon cihazlarının kullanmanın gerekli olduğu, ameliyathane içerisinde pozitif basınç sağlanması gerektiği unutulmamalıdır. Ülkemizdeki pek çok ameliyathanede olduğu gibi, sadece zayıf penetrasyona sahip UV ışınlarının kullanımı ile etkin hava dezenfeksiyonu ve operasyon sonrası ciddi maliyet, morbidite ve mortalite artışlarına neden olan cerahi alan infeksiyonlarının önlenemeyeceği unutulmamalıdır. In operating rooms or intensive care units, air quality is an important factor in preventing hospital infections and protecting patients and hospital staff from various chemical and microbiological agents that contaminate the air. Likewise, disinfecting operating rooms also helps prevent surgical site infection. High air quality in hospitals can be ensured by providing more positive pressure in operating rooms when compared to corridors or other neighboring areas, installing two separate filter systems in operating room ventilation systems, moving the air through a High Efficiency Particulate Air filter (HEPA), and supplying laminar air flow. In Sarıkamış Military Hospital operating rooms, where there is no positive pressure treatment or a filtered ventilation system, air disinfection is provided by UV lamps and other disinfection methods. This study investigated the effects of UV lights on the micro-organisms in the operating room air in Sarıkamıy Military Hospital by using three different methods. The results showed that UV lights in the operating room did indeed disinfect the air and that there was no difference between the efficiency levels measured by three different methods. Additionally, the efficiency levels obtained in this study were similar to those found in earlier studies, but it was also concluded that efficiency was highly restricted due to low penetration. The study thus suggests that the efficiency of UV lights in operating rooms should be measured periodically through similar methods. At the same time, it should be remembered that laminar flow and HEPA filtered climatization tools are also necessary for operating room disinfection, and that positive pressure is needed in operating rooms. The use of weak penetration UV lights alone, as is the case in many operating rooms in Turkey, is not enough to ensure efficient air disinfection and may not prevent post-operative surgical site infections which are a major cause of patient injury, mortality, and health care cost. |
|
4. | Comparing radiographic evaluation and functional assesment questionnaires in rheumatoid hand Ali Emrem, Zerrin Karataş, Saime Reyhanoğlu, Hicran Demir Uşan, Afitap İçağasıoğlu, Başak Bilir Kaya, Füsun Moral Oğuz Pages 64 - 67
Bu çalışma; romatoid artritli hastalarda, fonksiyonel yetersizliği değerlendiren el göstergeleri ile romatoid artrite özgül ölçekler ve radyolojik skorlama arasındaki ilişkileri değerlendirmek amacıyla yapıldı. Çalışmaya 99 hasta alındı. Her hastada Visuel Analog Skala (VAS), hastaya detaylı bir şekilde anlatılarak değerlendirildi. Buna göre Hastalık Aktivite Skoru (Disease Activity Score, DAS-28) hesaplandı. Yine her hastada sağlık değerlendirme anketi (Health Assessment Questionnaires, HAQ), Duruöz El Skalası (Duruöz's Hand Index, DHI), Modifiye Kapandji İndeksi (MKI) değerlendirildi. Hastaların grafileri alınarak Larsen yöntemine göre toplam skor alındı. HAQ, DHI, MKI fonksiyonel indeksleri karşılaştırıldığında aralarında anlamlı ilişki saptandı (p<0.001). Bu indekslerin her biri Larsen skoruyla ilişkiliydi (p<0.005, p<0.001, p<0.001). DHI ile MKI arasında negatif yönde ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulundu (p<0.01). DAS-28 ile HAQ ve DHI arasında pozitif yönde ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulunurken (p<0.01); DAS-28 ile MKI arasında negatif yönde ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki saptandı (p<0.01). Sonuç olarak; DHI ve MKI'nin, hem hastaların fonksiyonel düzeyleri ile hem de radyolojik evreleri ile ilişkili olmaları nedeniyle, hastaların kliniğini değerlendirmede ve hastalık takibinde kullanılması gerektiği düşüncesindeyiz. This study is conducted on a group of patients suffering from rheumatoid arthritis, with the aim of obtaining the correlations between the manual tools that assess functionality disorders, and the scales specific to rheumatoid athritis and radiological staging. Each of the 99 patients participating the study were provided with a detailed explanation of the Visual Analogue Scale (VAS), before being evaluated. The Disease Activity score (DAS-28) was then calculated accordingly. Also, for each patient, Health Assesment Questionnaires (HAQ), Duruoz Hand Index (DHI) and Modified Kapandji Index (MKI) were computed. The graphies of the patients were taken, and the total scores were calculated using the Larsen Method. Comparison of the HAQ, DHI and MKI functionality indices showed meaningful correlations among these indices (p<0.001). Furthermore, each of these indices were correlated with the Larsen score (p<0.005, p<0.001, p<0.001, respectively). Also, negative and statistically strong meaningful correlation among DHI and MKI was observed (p<0.01). While there were positive and statistically strong meaningful correlations between DAS-28 and each of the HAQ and DHI (p<0.01), the correlation between DAS-28 and MKI, although still statistically strong and meaningful (p<0.01), was found to be negative. We conclude, based on the fact that DHI and MKI are correlated with the functional states and the radiological stages of the patients, that it is necessary to use DHI and MKI for clinical evaluation and follow-up of the patients. |
|
5. | To detect the factors affecting morbidity and mortality in breast cancers Fulya Can Özkan, Suavi Özkan, Atilla Akova Pages 68 - 71
Mastektomi ameliyatını takiben en sık gözlenen komplikasyonlar seroma, lenfödem, infeksiyon ve yara nekrozudur. Morbidite hastanede kalış süresinin uzamasına neden olarak hastaya psikolojik ve ekonomik yük getirmektedir. Çalışmanın amacı, bu hastalarda morbiditeyi etkileyen faktörleri saptamaktır. Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 9 yıllık bir süre içinde meme kanseri nedeni ile mastektomi ameliyatı uygulanan 58 hasta bu amaçla retrospektif incelendi. Postoperatif komplikasyonların oranı, nedenleri ile bu komplikasyonları etkileyen faktörler log rank test ve cox regresyon analizi kullanılarak saptand›. Toplam postoperatif komplikasyon oranı % 24.3 olup, seroma % 10.8, yara infeksiyonu % 5.4, nekroz % 4.5 ve lenfödem % 3.6 oranında saptandı. Kapalı emici drenler, plastik drenler ile karşılaştırıldığında postoperatif komplikasyon oranını azaltmakta istatiksel olarak anlamlı bulundu. The most common complications following mastectomy were seroma, lymhoedema, infection and necrosis. Morbidity may cause prolonged hospital stay and physiological and economical burden to the patients. The aim of this study is to detect the factors affecting morbidity in these patients. Fifty eight patients who underwent mastectomy for breast cancer were retrospectively reviewed in a 9-year period at Adana Numune Seraching and Education Hospital. The rate and causes of postoperative complications (pc) and the effects of factors on these complications were analysed by using log rank test and cox regression analysis. The overal rate of pc was 24.3 %. Seroma was detected at 10.8 %, wound enfection at 5.4 %, necrosis at 4.5 % and lympoedema at 3.6 % of patients. Surgically placed of closed suction drains had statistically reduced the the rate of pc when compared the plactic ones (p<0.05). |
|
CASE REPORTS |
6. | Chronic abdominal hernia through iliac bone graft donor site Koray Ünay, Nadir Şener, Yusuf İyetin Pages 72 - 73
Autogenous bone grafts from the ilium are frequently harvested for several purposes in orthopedic surgery. In this technique, some donor site complications may be unavoidable. Herniation of abdominal contents through the incision is a rare complication of the technique. We present the case of a 70-year-old female with an abdominal hernia through a peritoneal perforation after bone graft harvesting for tibial pseudoarthrosis. |
|
7. | Perforated sigmoid colon carcinoma presenting as a thigh abscess Süleyman Bozkurt, İbrahim Karakan, Ali Güner, Mehmet Altan Kaya, Faik Çelik Pages 74 - 76
Complicated colorectal carcinoma has several symptoms, the occasional one is the perforation to the adjacent structures. An unusual case of 63 years old male is described in which a thigh abscess was the initial symptom of sigmoid colon cancer. Due to the patient's poor general condition, local drainage of the abscess with extensive debridement and broad spectrum antibiotherapy was performed on the admission day. But the septic complications which leading to the multiple organ failure result in death of the patient in the eighth day of the surgery. We present a review of the literature on this subject. |
|
8. | Pilomatrixoma Zafer Türkoğlu, Mukaddes Kavala, Emek Kocatürk, İlkin Zindancı, Burçe Can, Melek Kesir Koç Pages 77 - 78
Pilomatrixoma also known as calcifying epithelioma of Malherbe is a benign tumor mostly localized on the head, neck and upper extremities. They are characterized as solitary, subcutaneous calcifying and growing slowly nodules originated from hair follicle. Multiple, familial, bullous, perforating and giant clinical types are reported in addition to solitary nodules. Multiple lesions are seen 2-3.5% of the cases, majority of which are familial and occur in association with myotonic distrophy. Histopathologic features are diagnostic fort he disease. A clinician managing a case of a firm mass localised particularly to upper extremities at younger age group should entertain the possibility of this adnexal tumor. Here we report a case having two nodules on his right arm diagnosed with histopathologic examination as pilomatrixoma. |
|
9. | Haemopneumothorax due to blank cartridges gun injury Murat Orak, Mehmet Üstündağ, Mustafa Burak Sayhan, Mahmut Taş, Cahfer Güloğlu Pages 79 - 80
Blank cartridge guns, which are considered harmless, can be easily purchased by adults due to lack of legal regulations. We present this case because injuries caused by gunshot from modify blank cartridges may be fatal and are rarely encountered in emergency departments. A 20-year-old boy was brought to the emergency department since he had a wound on his left thorax by modify gunshot from blank cartridges. He had a moderate general condition, respiratory distress and pale appearance. There was an irregular edged, defective wound at left hemithorax localization with a dimension of 3x4 cm. Computed tomography of the thorax revealed contusion in the basal of the left lung. A mass education on danger and harm of these guns as well as legal regulations for restricted use seem to be necessary. Also, physicians should keep in mind that blank cartridge guns can cause fatal injuries. |
|
|
|